divan33Necdli olduğu bilinen Vehhabi itikatlı Abdullah bin ZayedFahreddin Paşa’nın Medine’den İstanbul’a gönderdiği mukaddes emanetleri kastederek Sayın Cumhurbaşkanımızı “ataları hırsızdı” diyerek dünya âleme suçladı.

Böylece Vehhabi zihniyetin Türk’e bakış açılarını bir kez daha ortaya koydu. İçleri dışına vurdu. Sayın Cumhurbaşkanımız da bu sözlere karşı gerçekten mükemmel bir cevap verdi. Arap kardeşlerimizi rencide etmeden, Vehhabi idaresini suçlayarak, “Benim ecdadım Medine’yi müdafaa ederken, be terbiyesiz, senin ecdadın neredeydi?” diye sordu.

İşte Türkiye’de mutlaka bilinmesi gereken ama pek az bilinen o da yanlışlarla örülmüş bulunan bir sual bu. Özellikle de bu konu üzerinde güya muhafazakâr bir kısım kanallarda yapılan yorumları dinlerken insan utanıyor. Bunlar yıllardır Vehhabileri övmek için yarış ediyorlardı. Hatta yakın bir tarihte kanallarında, Osmanlıya ihanet eden o Arap unsurunu harekete geçiren, Abduhları ve Afganileri alkışlıyorlardı. Oysa II. Abdülhamid Han döneminin FETÖ’sü işte bu ikisidir: Afgani ve Abduh...

Dönemlerinde bunları seven hiç kimse II. Abdülhamid Han’ı sevemedi. Bunların peşinden koşan Hamidullah, Seyit Kutup ve Mevdudi gibiler ise Osmanlı itikadına inancına düşman oldular. Ehl-i sünnet yolunu parça parça ettiler. Bunlar iki asırdır Peygamberimize el açarak dua edeni şirk yapmakla suçlayan ve Türk’e müşrik gözü ile bakan Vehhabilere tek kelam ettiler mi acaba? 

Bugün günümüzde Vehhabilerin, III. Selim Han döneminde Mekke ve Medine’de sebep oldukları rezaletler hakkıyla biliniyor mu? O güzelim türbeler nasıl yerle bir edildi? Eshab-ı kiram kabirleri şiddetli bir düşmanlıkla nasıl ortadan kaldırıldı? O günlerde çalıp götürdükleri mukaddes emanetler ellerinden nasıl alındı? II. Mahmud Han döneminde Vehhabilerle aramızda ne mücadeleler yaşandı? Mukaddes emanetlerden bir kısmı tekrar nasıl ele geçirilebildi ve yerine konuldu? Bunları bilmek için, Sultan II. Abdülhamid Han devri ünlü amirallerinden Eyüp Sabri Paşa’nın “Mir’atü’l-Haremeyn” ve “Tarih-i Vehhabiyân” kitaplarının mutlaka okunmasını tavsiye ederim. Eyüp Sabri Paşa, Sultan II. Abdülhamid Han zamanında yetişen, çalışkan, âlim bir deniz paşasıydı. Bir kısmı henüz basılmayan çok kıymetli eserler yazdı. Ne yazık ki bu büyük âlim ve kıymetli amiral hiç tanınmamaktadır. Eserleri hakkıyla okutulmuş olsaydı, Vehhabi fitnesi ülkemizi ve İslam âlemini fikirleriyle bu derece sarsamazdı. 

Dün ile bugünün gerçek mukayesesi!

Tarih cehaleti içinde olduğumuz gibi gerçek tarih okumaları da yapamaz olduk. Mukayese kabiliyetimizi de yitirdik. Her gün neticeye bakarak yorum yapar olduk. Abdullah bin Zayed’i konuşurken hemen olayları Şerif Hüseyin’le özdeşleştirdik. Oysa bugünkü hadise ile dünkü Şerif Hüseyin vakası birbirine tam zıttır. Abdülhamid Han’ın nasıl ve kimler eliyle yıkıldığını anlayabilirsek işte o zaman bugün oynanan oyunları tam olarak çözebiliriz.

Dâhi devlet adamı II. Abdülhamid Han, Şerif Hüseyin’i uzun yıllar İstanbul’da istikbal etti ve görev vermedi. Zira derununda istiklal havası olduğunu iyi biliyordu. Abdülhamid Han’ı tahtından indirmek isteyen İttihatçılar ise Şerif Hüseyin’le gönül ve hedef birliği içinde idiler. Zira ikisi de dış mihrakların piyonu idiler. Hatta İttihatçılar iktidara geldiklerinde derhal kendisini Mekke şerifliğine getirdiler.

Ardından İngiliz oyunu işlemeye başladı. Türkiye’nin Almanlar safında savaşa girmesini de fırsat bilip İttihatçıların içindeki adamları ile aralarına nifak tohumlarını kolaylıkla ektiler. Müslümanı Müslümana kırdırmaya başladılar. Buna rağmen Araplar, cihan savaşı boyunca büyük oranda Türklerin yanında idiler. Savaş sonrasında ise yine İngiliz propagandası ve Vehhabi zihniyeti sonucu Arap-Türk husumeti artırıldı…

Şimdi doğru tarih okuması ve yorumu ile hadiseyi bugüne uyarlayalım. Şayet 15 Temmuz başarılı olsa idi dünkü oyunlar, yani II. Abdülhamid dönemindeki film aynen vizyona girecekti. Türkiye’de meşru hükûmet yıkılacak yerine darbeciler iktidara gelecekti. İlk olarak Türkiye, İran ve Suudiler veya Mısır ile kapıştırılacaktı. Türkiye iç savaşa sürüklenecekti. Pek çok toprak kayıpları yaşanacaktı. Elimizde kalan bir miktar toprak parçasıyla yetinirken bugünlerde Fırat’a doğru ilerleyen İsrail en büyük dostumuz, Araplar ise bir kez daha en büyük hasmımız yapılacaktı. Kimin sayesinde? Vehhabileri bir günde radikal İslam’dan ‘Ilımlı İslam’a çeviren ve bugün bizzat ülkemizi ablukaya almaya çalışan ABD zihniyeti eliyle. Evet, bugün yaşananlar ortaya çıkmayacak ve stratejik müttefiklikleri de aksamadan devam ediyor olacaktı. Nitekim bu zihniyet iki asırdır ellerinde bulundurdukları Vehhabileri aynen kullanmaya devam etmiyor mu?

Oysa Türkiye’de millet bu defa liderine, hükûmetine, devletine sahip çıktı. Sağlam bir muhakeme ve irade ile oynanan oyunları gördü ve bozdu. Onun için emperyalistlerin ülkemizi işgal etmek ve İslam Ümmetini yok etmek konusundaki girişimlerine karşı mücadelemiz sıhhatli bir şekilde yürümektedir. Amerika ise sefilleri oynamaktadır. Dünyanın despot kabadayısı ve onun İslam’ın en büyük düşmanı olan derin yapısı, bunları unutacak ve sineye çekecek değildir. Birleşmiş Milletler bizimle birlikte deyip savaş bitti sanmamalıdır. Bu derin düşman daha nice oyunları sergilemek için çalışmaktadır.

Biz de, daha neler yapabiliriz ve daha ne alçakça projelerle karşılaşabiliriz diye düşünüp ona göre tedbirler almalıyız. Cumhurbaşkanımız ezilen bütün milletlere ümit olmaktadır. Onu gözden düşürmek veya başka şekillerde devre dışı bırakabilmek için ellerinden geleni yapmaya çalışmaktalar. Millet, tarih okumalarını iyi yapmalı asla oyunlara, hilelere düşmemelidir. Ülkenin Abduh ve Afganilerle yatıp kalkan aydınları ise hâlâ milletin zihnini bulandırmaya devam ediyorlar. İnşallah gelişen bu hadiseler, bizi siyasi olduğu kadar fikrî sahada da uyandıracaktır. 

Fatih Kulesi, Dergah&Bar olmaktan kurtuluyor!

Geçen hafta bu sütunumda Manisa’da Şehzadeler Sarayı’ndan tek yadigâr olan Fatih Kulesi’nin, “Dergah&Bar” adı altında nasıl bir rezalete alet edildiğini ortaya koymuştum. Bu konuda Manisalılardan yoğun destek ve tebrik mesajları aldım. Hemen hepsi bu hakaretin acilen kaldırılması gerektiğine vurgu yaptılar.

Bu arada Manisa Valimiz Sayın M. Hakan Güvençer ile AK Partili vekilimiz Sayın Selçuk Özdağ beyler bizzat şahsımı arayıp bilgi vermek suretiyle hadisenin kendileri için de ızdırap kaynağı olduğunu ve birkaç aydır bu meselenin çözümü için çalıştıklarını ifade ettiler. Kızılay’a bu konuda yazılar yazıldığını ve neticelenmekte olduğunu belirttiler. Sayın Kültür Bakanımız Numan Kurtulmuş bey ile de görüşüldüğünü ve Numan Bey’in kulenin aslına uygun restore edilmesi için derhal faaliyetlere girişilmesini arzuladıklarını söylediler. Bu duyarlılıkları için kendilerine teşekkür ediyorum.

İstanbul fatihi, Manisalıların göz bebeği büyük cihangir Fatih Sultan Mehmed’in kütüphanesi olup hocalarından sohbet dinlediği, yetiştiği bu güzide mekânın, aslına uygun hâle getirilip yeni Fatihlerin yetişebileceği güzel bir kültür merkezi hâline konulması milleti ve Manisalıları ferahlatacaktır.

Fatih Sultan Mehmed Han’a saygı ve hürmet budur! 

TEFEKKÜR 

Tâbi-i şer-i şerîf olmayanın dünyâda, 

Hâli pek müşkil olur Mahkeme-i ukbâda.

Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil

24.12.2017 Türkiye Gazetesi

http://www.turkiyegazetesi.com.tr/yazarlar/prof-dr-ahmet-simsirgil/599841.aspx

Makaleyi paylaş

Submit to FacebookSubmit to Google PlusSubmit to TwitterSubmit to LinkedIn

otag1 otag2 Kayı 11 Kapak  otag iii