ŞİMŞİRGİL HOCA'NIN İLAHİYATLARI ELEŞTİREN YAZISINA TAKILAN DÜZGÜN İTİKATLI İLAHİYAT HOCALARIMIZA! 

drahmetgelisgenProf. Dr. Ahmet Şimşirgil Hoca’nın, 13.08.2017 tarihinde Türkiye Gazetesi’nde yazdığı “Nereden nereye gelmiş!” başlıklı yazısını eleştiren (http://m.turkiyegazetesi.com.tr/yazarlar/prof-dr-ahmet-simsirgil/597997.aspx), düzgün itikatlı İlahiyat hocalarımıza bizim de söyleyecek bir çift sözümüz var.

Biliyorsunuz ki, hiçbir insanın yazısı veya sözü nass/Allah veya Peygamber sözü değildir ki tümüyle doğru kabul edilsin. Beşere ait bir yazı veya sözün, eksiği de fazlası da, doğrusu da yanlışı da olabilir. Kötü maksat olmadığı sürece bundan daha tabii bir şey yoktur. Zira insan masum da değildir, melekler gibi sabit mertebede de değildir.

Şimşirgil Hoca’nın yazdıklarında da hata ya da eleştirilecek bir cihet elbette bulunabilir. Ama her yazının olduğu gibi, Şimşirgil Hoca'nın yazısının da bir ana fikri vardır. Şimşirgil Hoca’nın yazısında bir feryadı var. O feryad, İlahiyat eğitiminde her geçen gün artan aksaklıktır. O aksaklık ki itikadi olup, o aşıyı alanlar için bir daha düzeltilmesi zordur. Ne yazık ki, eskiden bir tek Ankara İlahiyat’ta var denilen dini modernizm anlayışı, şimdilerde, tarihsellik, Fazlurrahmancılık, akılcılık, sünnet tanımazlık ve hatta Kur’an’ı inkara kadar varan eleştiriler, az ya da çok tüm İlahiyatları sarmış durumda. Bu üzücü gerçek, günden güne artmakta ve meşrulaşmaktadır. Diyanet’in 15 yıldır içinde bulunduğu konum ve tavır, bu afeti tetikleyen en önemli etkenlerden olmuştur. Sessiz kalındığı sürece de bu ivme her geçen gün yükselecektir. Dün Fetö’yü alkışlayanlar, bugün İslam itikadına aykırı fikir ve çalışmaları görmezden gelerek, Fetö’nün kadavrasını dövmekle prim yapmaya çalışmaktadırlar.

Temelden İmam Hatip’li ve İlahiyatlı olarak, ayrıca ülkemizdeki dini tedrisat hakkında kitap yazacak kadar bu işi yakından takip eden bir dertli mümin olarak, maalesef İlahiyatların hangi noktaya geldiğini çok iyi biliyoruz. Hatta İmam Hatiplerin ve diğer okullarımızdaki Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Ders kitaplarının. Son yıllarda ne kadar düzeltildi bilmiyoruz. Diyanet, zaten her gün eleştirdiğimiz ve bu işlerde pratiği de temsil eden bir kurum.

Son 10 yılda akılcılık ve tarihselciliğin iyice yaygın hale geldiğini, dinin en temel değişmez sabitelerinin yok edilecek şekilde tartışıldığını ve bu illetin tüm ilahiyatları kapladığını kimse inkâr edemez. Bu konuda müşahhas bir örnek vermek isterim: 15 yıl önce her yönüyle düşünce beraberliğimiz olan en yakın arkadaşım bile, bir İlahiyat Fakültesinde hoca olduktan sonra, birbirine mahrem olmayan/yabancı kadınla erkeğin tokalaşmasının caiz olduğunu öğretmiş öğrencilerine. Sınavda aksini yazan yeğenime de o cevabından sıfır puan vermiş. Ders kitabı olarak sorumlu tuttuğu kitaplar, İlhami Güler’in veya Mustafa Öztürk gibilerin kitapları olmasa da tokalaşmanın caiz olduğunu yazabilecek kadar “yarı modernist” kitaplar. Gerisini siz düşünün artık. Âmiyana tabirle, "Buyurun buradan yakın" dedikleri gibi! 

Şimşirgil hocanın feryadının bir bölümüne takılan hocalarımız, hiç değilse bu takıntıları kadar da sünneti ve Kuran'ı inkâr eden akımlara karşı söz etmezlerse, asıl yapmaları gereken vazifeyi bırakıp, "vurun abalıya" kampanyasına katılmış olurlar. 

İtikadına ve ameline güvendiğimiz muhterem hocalarımız, Profesörlerimiz, son yıllarda iyice baskın hale gelen bidat ve sapık din anlayışlarına kendileri bizzat el atar ve birkaç söz sarf ederlerse, o zaman tarihçiye ve matematikçiye ihtiyaç kalmayacaktır. 

İşin en kötüsü ise, itikadı düzgün İlahiyat hocalarımızın, puskun bir vaziyette din aleyhinde gelişen havadisi izlemeleridir.  12 Eylül’lerde ve 28 Şubat’larda bile bu kadar “nemelazımcılık” yoktu. Sapık akımlar ortada kol gezerken, bunlara kendileri bir şey söylemediği halde, hatasıyla sevabıyla bunlara karşı mücadele edenlere karşı itikadı düzgün ilahiyat hocalarımızın atak geliştirmeleri, kimden yana oldukları sorusunu akla getirir.

Basit bir örnek: Şimşirgil hocanın yazısını eleştiren ilahiyat hocalarımız, “Kuran'ın onda biri geçerlidir, gerisi tarihseldir” diye bağıranlara, “Kur’an’da akla ve çağa uymayan ayetler var, bunlar Kur’an'dan çıkarılmalı” diyen sapkınlara ve “sünnet Kur’an’ı anlamanın önünde en büyük engeldir”, “toplumda uygulanamayan ve toplumun kabul etmediği hadisler sahih de olsa dini bir değeri yoktur” diyenlere ya da “hadisleri sahabe uydurmuştur” diyenlere de medya huzurunda bir çift laf etmişler midir? Ettilerse biz de bilelim ve kendilerine teşekkür ederek açıklamalarını veya yazılarını da cümle aleme duyuralım! Bu konuda istisna olan hocalarımız üzerine alınmasınlar lütfen.

Bu iş ise, “Efendim, tenkit ettik de isim anmadık, genel söyledik” demekle olmaz. Hoca sıfatıyla veya herhangi bir unvan ve yetkiyle, Allah’ın dinini açıktan pörsütmeye çalışan kimsenin ismini söylediğiyle beraber zikretmekte ne sakınca var ki? Tenkitten asıl maksat, toplumu zararlı fikirlerden korumak değil midir?  Maksat buysa, o zaman zararlı fikirleri olan zevat, ismen tenkit edilmedikçe, belirsiz olan o zararlı şahıstan insanlar nasıl korunabileceklerdir? İsim belirtilmezse, herkesi mi kötü bilecekler, yoksa herkesi mi iyi bilecekler? İsim vermek suretiyle yapılan tenkit, ilgilinin ister yüzüne karşı yapılsın, isterse gıyabında, vacip olan bu ikazın gıybet veya ayıplama olduğunu hangi alim söyleyebilir ki? İşi bilen hiçbir şahıs, bunun gıybet veya ayıplama olduğunu söyleyemez. Aksini söyleyenler ya dini gereğince bilmeyenlerdir yahut da kendisi de aynı düşüncede olduğu için o zihniyetin yıpranasına karşı olanlardır.

Bazılarının söylediği ise şudur: “Efendim, falanca gazetede yazıyor, o gazete de açık çıplak yayınlarmış vs.? Siz kendiniz yeri geldiğinde, yanlış yapıyor dediğiniz gazeteden daha beterinde program yapmıyor musunuz, beyanat vermiyor musunuz, o yayın kuruluşunu basın toplantısına çağırmıyor musunuz? Asıl olan kişinin gerçekleştirmek istediği gayedir. Basın yayın hayatında da yüzde yüz İslami kurallara uygun davranabilmenin, neredeyse mümkün olmadığı bir devri yaşıyoruz, maalesef. Bu demek değil ki, “yapılan her şey meşrudur, herkes dilediğini yapsın, yahut da falanca basının yaptığı her şey meşrudur”. Şer’i şerife aykırı olan her durumdan kaçınmak, her Müslümana vazifedir. Ancak, “yılan kendi eğrisin görmez, deve boynun eğridir” durumuna düşmeyelim, yoksa inandırıcılığımızı yitiririz.

Dr. Ahmet Gelişgen

13.08.2017/23:00

Makaleyi paylaş

Submit to FacebookSubmit to Google PlusSubmit to TwitterSubmit to LinkedIn

otag1 otag2 Kayı 11 Kapak  otag iii